23 Nisan 2013 Salı

Minicik Bir Hikayecik..

Yüzyıllar önce Fransa'da bir burjuva yaşarmış. Bu burjuvamızın sahip olmak istediği en önemli şey soyadını devam ettirebilecek bir oğlan çocuğu sahibi olmakmış. Sonunda kendisi gibi burjuva bir ailenin en küçük kızıyla evlenmeye karar vermiş. Bu evlilikten beş sene içinde üç çocuğu olmuş fakat ne yazık ki, üçü de kız olduğundan burjuva bu evliliğinden hiç mutlu değilmiş. Beş senenin sonunda bu mutsuz evliliği sonlandırma ve kızlarının bakımını da annesine bırakıp hayatına devam etme kararı almış.

Yıllar yılları kovalamış. Burjuvanın yaptığı evliliklerinden maalesef hiç bir zaman oğlu olmamış. Artık yaşlanmak üzere olan burjuvanın kendine eş bulma ve oğul sahibi olma hayalleri hala devam ediyormuş. Sonra şansını bir kere de alt sınıftan biriyle denemeye karar vermiş. Ve işçi sınıfından mütevazı birinin küçük kızıyla evlenmiş. Bu evliliğinden sonunda sahip olmak istediği oğlu dünyaya gelmiş ve ayrıca iki kızı daha olmuş. Karısı lükse o kadar çabuk alışmış ki, sürekli ipek elbiseler, altınlar, ipek halılar, varaklı eşyalar almış. Fakat ne yazık ki her güzel şey en sonunda biter demişler. İşte bu güzel yaşantı da maalesef burjuvanın hayata gözlerini kapatmasıyla gri bir zamana girmiş..

Şimdiye kadar sadece almaya almaya almaya almaya alışık olan karısı, burjuva öldükten sonra ne yapacağını şaşırmış. Sahip olduğu servetin sadece kendi ellerinde olması gözlerini kamaştırmış. Çocuklarının geleceğini düşünmeden harcamalarına devam etmeye karar vermiş. Artık onun harcamalarının hesabını soracak kimse de olmadığından fütursuzca ipekler ve altınlar almaya devam etmiş.

Ve bir gün gelmiş, yanında kimsenin kalmadığını farketmiş. Para hırsı o kadar çok gözünü bürümüş ki, çevresindeki herkesi, kendi evlatlarını bile umursamamış. Sahip olduğu her şeyi neredeyse kaybetmek üzereymiş. İşte bu durumdan kurtulmak için çocuklarını asillerle evlendirmeye karar vermiş. Kızlarını ülkenin en zengin fakat bir o kadar cimri ve kötü burjuvalarıyla evlendirmiş. Cimri damatları, ne ona ne de kızlarına paralarından vermemişler. Planı istediği gibi istemeyince zorla evlendirdiği kızlarının, bu sefer de zorla ayrılmalarını sağlamış. Bir gün oğlu aşık olduğu kızla gelmiş. Fakat oğlunu ülkenin en en en zengin kızıyla evlendirmek istediğinden ikisini ayırmaya ve tüm çocuklarının turşusunu kurmaya karar vermiş. Sonunda bütün bu olanlara dayanamayan oğlu günün birinde isyan etmiş ve geriye kalanlardan alabileceklerini alıp kendi hayatını kurmak üzere yola koyulmuş. Aşık olduğu kızla birlikte çıktığı bu yolda her şeye en baştan başlamış. Ve kendi hayatlarını birlikte en başından tekrar inşa etmişler ve o kadar mutlu olmuşlar ki tüm dünya yüzyıllar sonra bile onların aşklarından, mutluluklarından bahsetmiş...

    

21 Nisan 2013 Pazar

Kadın ve Erkek..

Bir gün deniz kenarından geçiyorlardı,
Kadın dedi ki, "deniz kenarını çok severim,
İnsana huzur verir." Erkekse "ben deniz kenarlarından hoşlanmam,
barlara, kulüplere gitmeyi, kalabalık ortamlara akmayı severim"
diyerek kestirip attı.
Başka bir gün ise yolları bir orman kenarından geçiyordu.
Kadın "ne güzeldir şimdi dalından meyve koparıp yemek,
tam mevsimidir" dedi.
Erkekse "şimdi her yanımız börtü böcek olur.
Boşver ben sana en pahalı restorandan istediğini alırım" diye geçiştirdi kadını.
Kadın "ama asla ellerinle toplamanın verdiği zevki vermez" diyecek oldu,
ama erkeğin bunu anlamayacağını bildiğinden sustu..
Kadına göre her zaman deniz kenarı huzur ve mutluluktu
Erkeğe göre ise sıkıcılıktan başka bir şey değildi.
Kadın saatlerde sadece elele tutuşarak oturmanın verdiği mutluluğu isterdi
Erkekse elele tutuşma faslı ne zaman bitecek bir sonraki safhaya atlayalım
diye her şeyi aceleye getirirdi.
Erkeğin o bitmek bilmez hız tutkusu arasında
kadın küçük mutluluklar yakalamaya çalışmaktaydı.
Sonra bir gün kadın dedi ki erkeğe, "seni sana bırakıyorum,
ister kulüplere git, ister kalabalığa karış, yeter ki bana huzurumu geri ver.
Bırak beni denizlere, toprağa, bitkilere karışayım.
bırak beni huzur neredeyse orada kalayım.
"İşte o an, erkek huzurun aslında sevdiği kadının yanı olduğu anladı.
Ama kadını geri kazanmak için artık çok mu geçti??

Uyuyamıyor musunuz???

Siz de herkes gibi sabahları uyanmak, geceleri uyumak bilmiyorsanız bu yazım tam size göre..

Gerek kendim, gerek arkadaşlarım, gerek sosyal medyada yazılanlar olsun, herkes sabahları erken kalkmaktan ve geceleri geç yatmaktan şikayet ediyor. Bende bunları göz önüne alarak acaba dedim insanoğlu olarak zamanı yanlış mı kullanıyoruz? Belki de gündüzleri uyuyup geceleri uyanık olmamız lazımdır, olamaz mı yani? Böylece gündüz uyanamamak, gece uyuyamamak sorunumuz da ortadan kalkar..

İşte bu tezim doğru olabilir mi, belki geçmişten kalma bir uyku düzeni alışkanlığımız vardır diye bir araştırma yapayım dedim. Ve bakın ne buldum.. Burada, gün batarken: geçmiş zamanlı gece adlı bir kitaptan bahsedilmekte. Bu kitapta; 1500'lü yıllarda insanların gün batımından hemen sonra uyduğu sonra uyanıp 1-2 saat uyanık kaldıkları (bu saatlerde normal zaman geçirdikleri ve hatta misafirliğe bile gittikleri) daha sonra tekrar uyudukları anlatılıyor.

Demek ki neymiş, bütün bu uyku sorunlarımız gerçekten de geçmişten kalma uyku alışkanlıklarımızdan kaynaklı olabilirmiş. Tabii  benim bahsettiğim çok abartı kaçıyor ama artık en azından gece uyuyamıyorum diye dert yanmadan önce aklımıza atalarımız gelsin. Uyku düzeni de onlardan kalan bir miras sonuçta..


15 Nisan 2013 Pazartesi

OFİSTE MİYİZ EVDE Mİ BELLİ DEĞİL..

Çalıştığımız yeri hepimiz evimiz gibi benimseriz ya da en azından benimsemeye çalışırız. Sonuçta neredeyse bütün hayatımızı ofisimizde geçiriyoruz. Fakat bazen küçük bir ayrıntıyı gözden kaçırabiliriz. her ne kadar evde gibi hissetsek bile evdeymiş gibi davranamayız. İşte bu günkü yazım şirkette olduğunu unutup evde gibi davrananlara gelecek biraz ama ne yapalım belki biraz kendilerine çek düzen verirler onlar da..

Mesela kimisi vardır, sanki evde annesiyle babasıyla konuşur gibi konuşur. Böyle bir kahkaha atmak, böyle bir yüksek sesle konuşma yoktur. (Kulaklık tak tak bir yere kadar yani, yok o sesten kaçılmaz) Bir de kimisi vardır açar müziğin sesini sonuna kadar, sözüm ona kulaklıkla müzik dinliyor. (Arkadaşlar bu cızırtılı müzik nereden geliyor?!) Ayrıca kimisi de vardır o kadar mükemmeldir ki, kendini öve öve bitiremez. "Ben şunu yaparım, ben şöyle derim, ben asla hata yapmam, ben şöyle bir numarayım, ben böyle bir numarayım, bla bla bla.." (Ey mütevazılıkta son nokta insan, iki nefes al da, bizim de beynimiz dinlensin) Ha bir de telefonunu masada bırakıp gidenleri unutmamak gerekir. O telefon bir çalar, üç çalar, beş çalar susmaz. (Ya sesi nereden kısılıyor bunun arkadaşlar?!) Az kalsın unutuyordum. Bir de cam kavgası vardır ofislerde dimi? Biri açar camı "arkadaşlar azıcık hava alsın içerisi" der, 5 dk geçer ya da geçmez bir başkası gelir "aman çok soğuk burası" der ve camı kapatır. (Bunun çeşitli türevler vardır: pencere, klima, kalorifer gibi uzar gider) Gelelim en en en kötüsüne, tuvaletler. (Ayrıntı yazıp kimsenin midesini bulandırmak istemiyorum ama eminim herkesin bu konuyla ilgili iğrenç bir ofis tuvaleti anısı vardır)

Neyse sevgili dostlar yazımı burada tamamlarken beğendiğim bir linki de sizlerle paylaşayım da, ben beceremem böyle işleri, faydalanabilen varsa faydalansın. Ofiste insanları kullanma sanatı

9 Nisan 2013 Salı

ESKİ BİR ŞARKIDAN ESİNLENDİM..

Güneşin alevden saçları,
Hani senin sarı saçların.
Güneş karşı ki tepeden doğarken,
Sen gelirsin karşı ki yokuştan.
Bir güneşi sevdim,
Sırf seni bana gösteriyor diye.
Ay çıkar, ahh o mehtaplı geceler
Ve tabi yıldızlar..
Sen gelirsin evine.
Bana bakmazsın, beni görmezsin.
Ve ben seni görmem
Güneşin tekrar
doğuşuna kadar..

BİRİCİK DOSTUMDAN BİR HİKAYE.. :)

Uzaylıların gözleri yeşildir. Renee Torillo'nun ki mavi. Yani Renee uzaylı değil. Fakat onun köpek dişleri sivri. Yani Renee bir vampir. Angel ise bir zamanlar kötü bir vampirmiş. Şimdi ruhu değiştirildiği için iyi vampir olmuş. Bu yüzden Renee Angel'i seviyormuş. Ta ki Renee Paul'u görene dek.. Fakat Paul bir uzaylı olduğu için Renee Angel'a dönmek zorunda kalmış. Ama aslında Renee hala Paul'u seviyormuş. Bu yüzden Renee Angel'i tekrar terketmiş. Ve Paul'e gitmiş, her şeyi anlatmış. Paul kötü bir uzaylıymış. Renee üzerinde deneyler yapmak istiyormuş. Yani Renee'nin burun deliklerinden beynini çıkaracakmış, kalbini ızgara yapacakmış. Renee buna izin vermemiş Paul'u ısırarak vampir yapmış. Paul'de onu ısırmış, Renee yine Paul'u ısırmış ve birbirlerini yiyip bitirmişler. Angel'da Pamela Anderson'la evlenmiş..

Not: Bir tanecik dostumun (her ne kadar adını vermemi istemese de o kendini bilir) lise yıllarında yazdığı ve gülmekten kırıldığımız muhteşem hikayesi..  :):):)

FİKRİM GELDİ..

Geçenlerde sinemaya gittim. Gittim gitmesine ama sinemaya gitmeyi sevdiğim halde bu kadar çok gürültülü olması beni gerçekten rahatsız ediyor. Hele o bitmek bilmeyen reklamlar sırasında bangır bangır bağırmasa olmaz sanki. İşte benim de tam böyle bir anda aklıma süper sayılabilecek bir fikir geldi: Kulaklık. Evet, doğru okudunuz. Sinemalara girdiğimizde herkese kulaklık dağıtsalar da, herkes istediği kadar açsa sesini, olmaz mı?

Bugünkü fikrim şimdilik bu kadar. Bakalım daha nasıl fikirlerim gelecek??

4 Nisan 2013 Perşembe

KARİYER HEDEFLERİ BELLİ OLAN İNSANLAR (!)

Geçenlerde (nerede duymuştum, okumuştum hatırlamıyorum) kurumsal bir firmanın genel toplantısında geçen küçük bir olayı anlatmak istiyorum. Toplantının amacı, şirkette kariyer yapma imkanı olmadığını düşünen çalışanların sorunlarına çözüm bulmaktı.

Neyse, size toplantıyı falan anlatıp canınızı sıkmak gibi bir niyetim yok. Sadece toplantı sırasında üst düzey yöneticilerden birinin soruna çözüm olarak verdiği bir cevabı paylaşacağım. "Yurt dışında birçok insan bir pozisyondan başlıyor ve aynı pozisyondan emekli oluyor." Bu muhteşem kelamı eden yönetici birçok kurumsal firmanın tercih ettiği gibi, yabancı yönetici. Yalnız sayın yöneticinin kaçırdığı bir nokta var, burası Türkiye ve toplantı yapılan kişilerse beyaz yakalı. Türkiye'de hala enflasyon oranları oturmamışken, zengin ve fakir arasındaki uçurum bu kadar yüksekken, bir kişinin yaklaşık 25 sene boyunca aynı pozisyonda her sene 2 kuruş zamla hayatını idame ettirmesi çok zor. Ayrıca beyaz yakalılar kariyer hedefleri olan insanlardır, onların karşısına geçip sizi uzman yardımcısı olarak işe aldık hep öyle kalacaksınız, sizi terfi ettirmeyi düşünmüyoruz diyemezsiniz.

Bir de her ne kadar konuyla alakadar olmasa da buna değinmeden geçemeyeceğim. Firmaların bu yabancı hayranlığı nedir anlamış değilim. Kendi ülkende o kadar, üniversite mezunu, hatta yüksek lisans veya doktora yapmış iş arayan gençler var. Onları görmezden gelip yurt dışından birini işe almak, hem de yönetici pozisyonunda işe almak bana çok yanlış geliyor. Tabi ki farklı ülkelere, kültürlere saygım sonsuz. Fakat ortada çok büyük cirolar dönerken, pastadan en büyük dilimi yabancıların alması çok ağrıma gidiyor. Bir gün bu yabancı hayranlığı acınası bir son getirmese bari..

1 Nisan 2013 Pazartesi

Deprem Geliyormuş..


Geçenlerde bir haber okudum; "deprem geliyor yüz binlerce insan ölecek diye.. Neymiş efendim haberin özeti; Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, "Deprem geliyor, İstanbul'da yüz binlerce insan ölecek. Bunu açık yüreklilikle söylememiz gerekiyor" demiş.

Sayın Belediye Başkanımız ne iyi etmişte bizi bilgilendirmiş deprem konusunda. Tabi çünkü bizim hiç haberimiz yok deprem ülkesi olduğumuzdan, her an büyük bir deprem beklendiğinden. 99 depreminden beri Türkiye'nin alt yapı problemleri olduğunu, binaların çürük olduğunu, depremde çok büyük zararlar görüleceğini hepimiz öğrendik. Peki sayın devlet büyüklerimiz konuşmaktan başka ne yaptılar depremle ilgili. Pek bir şey yapmamışlar ki, 14 seneden sonra bile depremde şu kadar insan ölecek diyorlar.

Deprem geliyormuş, yüz binlerce insan ölecekmiş. İlla hatırlatmak mı gerekli, DEPREM ÖLDÜRMEZ, BİNA ÖLDÜRÜR..

Can Yücel ne kadar doğru demiş..


"Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim,
ya da asla birini severken karşılığını beklemedim...
Dostluğuma değer biçmedim , sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim...
Sevdiysem sonuna kadar gittim,bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim...
Bazen çok kırıldım , bazen belki de kırdım...
Ama hata insana mahsustur dedim..
Affettim , af diledim..
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim..
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.
Belki de içten içe sinsice güldüler...
Ama asıl unuttukları şuydu... Ben aldanmadım...
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar...
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için...
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için..
Oysa ben hiç insan kaybetmedim...
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar.."

~Can Yücel~