26 Aralık 2013 Perşembe

FİKRİM GELDİ-2

Geçenlerde sinemaya gittim ve aniden fikrim geldi  (nedense bu fikirlerim hep sinemaya gidince geliyor.) Günlerden sanırım pazartesiydi. Malum pazartesi günleri gnçtrkcll günü olduğundan inanılmaz bir kalabalık vardı. Bilet sırası bekle bekle bir türlü gelmiyor. Sıraları gelen  insanlarsa önceden şifrelerini hazırlamıyorlar, sıra tam kendilerine gelince turkcelle mesaj atıyorlar, bekliyoruz da bekliyoruz..
Hal böyle olunca beklemekten bunalıma giren ben, başladım çareler düşünmeye.. İşte aklıma gelenlerden bazıları:

23 Ağustos 2013 Cuma

Gerçek Dünya Yasaları..!


WILLOUGHBY YASASI
Birine bir makinenin çalışmadığını kanıtlamaya çalışırsanız makine o anda çalışacaktır.
ANDREW YOUNG YASASI
Eğer 100 iş adamı yasal olmayan bir iş yapmaya karar verirlerse,o iş yasal olur.

16 Ağustos 2013 Cuma

Can Dündar'dan Evlilik Üzerine (Muhteşem Bir Yazı)

Evlilik, inanmadigim halde içerisinde 17 seneyi bitirdigim bir kurum benim için..
17 senede (abartmiyorum) 40 çift arkadasimin son verdigi kurum ayni zamanda da...
Evliligimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belkide kuruma inanmamaktan geçiyor.

Evliligi toplumun dayattigi sekilde yasamamaktan...
Nedir bu dayatmalar?

14 Ağustos 2013 Çarşamba

SESSİZİM, SENSİZİM, EKSİĞİM..

Sebepsiz hüzünlerim var benim,
Gülümsemelerimle sakladığım hüzünlerim..
Aniden gelen durgunluklarım var,
Aniden kaybolan mutluluklarım gibi..
Sessizliklerim var,
Sessizliklerimde çığlıklarım,
Çığlıklarımda ağlamalarım..

1 Temmuz 2013 Pazartesi

DEPRESYONDA MISINIZ? KURTULUN..

Depresyona Girmek İçin Küçük Sebepler


1-Arabanızı çarpmak.
2-İş yerinizde zaman geçmemesi.
3-Dişinizin arasına bir şey kaçması
4-Tuvaletin olmadığı bir yerde tuvaletinizin gelmesi
5-Saçınıza yapılan yanlış kesim.
6-En sevdiğiniz kıyafetin içine artık sığmamak.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

90'LARDAN UNUTULMAZ ŞARKILAR..

SEZEN AKSU - HADİ BAKALIM


YILDIZ TİLBE - DELİKANLIM


YONCA EVCİMİK - ABONE


ÇELİK - ATEŞTEYİM


MUSTAFA SANDAL - BU KIZ BENİ GÖRMELİ


HAKAN PEKER - HEY CORC VERSENE BORÇ,


TARKAN - KIL OLDUM ABİ


SERDAR ORTAÇ - KARABİBERİM


BURAK KUT - BENİMLE OYNAMA


SİBEL ALAŞ - ADAM


GÜLŞEN - BE ADAM


RÜYA ERSAVCI - İSTEMİYORUM BABA




Cimri Olmanın Kuralları..


  • Bir cimri 19.90, 9.90 gibi fiyatları görünce, geri alamadığı 10 kuruş yüzünden tüm gece uyuyamaz. Uyursa da kabus görür.
  • Bir cimrinin aklına bir fikir geldiğinde ampul yanmaz, mum yanar. Çünkü elektrik pahalıdır.
  • Bir cimri hediye vermekten kurtulmak için tüm özel günlerin 29 Şubata denk gelmesini ister.
  • Minibüse binen bir cimri, en arkada oturuyorsa paranın şoföre gidip gitmeyeceğini önceden kontrol etmek için gerekirse önce leblebi gönderir, sonra parayı gönderir.
  • Bir cimri yağan yağmurda taksi tutmaz. Romantizmin dibine vurur.
  • Bir cimri boğulurken "ver elini" diyene elinin uzatmaz, gerekirse boğulur ama elini vermez. Eğer boğulmakta olan bir cimri görürseniz ona "al elimi" derseniz kurtarırsınız.
  • Bir cimri doktora fazla para vermemek için, eşinin, kızının, oğlunun hastalıklarını sanki kendi hastaymış gibi anlatır, tek seferde 3 kişinin kontrolünü aradan çıkarmış olur.
  • Bir cimri karanlıkta televizyon seyreder. Televizyon ışığı varken bir de lamba yakmaya lüzum yok.
  • Bir cimri sadece sigara içmeyen kişilere sigarasını ikram eder. Çünkü bilir ki, almayacaklar.
  • Bir cimriyle iddiaya girerken dikkat edin. Sakın "en uzun nefes tutan 1000 lira kazanacak" falan demeyin. Maazallah "en uzun ben tutacağım, 1000 lirayı alacağım" diye ölüverir.
  • Bir cimriden saat 19:00'dan önce telefon beklemeyin. Malum ev telefonları akşam yediden sonra bedava.
  • Bir cimri bayıldığında, ayıltmak için kolonya yerine para koklatılması önerilir.

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Aşk..


Seninle yaşlanmak istiyorum. Seneler geçsin, sen beni bil, ben seni bileyim istiyorum. Benim olduğu kadar dostlarının, dostlarının olduğu kadar benim ol istiyorum. Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.
Yaşayalım ki, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı. Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız. Sen çok dertlenip, içip, arkadaşlarınla eve gelmelisin. Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız. Öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.
Yaşayalım ki, paramız olunca sevinelim. Güzel günlerimizi, evimizde, bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız. Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek... Böylece yaşamalıyız işte.
Sonra çocuğumuz olmalı, düşünsene, senin ve benim olan bir canlı. Geceleri ağladıkça sırayla susturmalıyız. Sen arada mızıkçılık yapmalısın. Ve ben söylenerek sıranı almalıyım. Yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım, söylenerek yumurta kırmalısın. Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.
Zaman su gibi akıp giderken, her şey yaşanmış bir hayatımız olmalı. Her şeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden. Mutlu da olsa, kötü de olsa, yaşadığımız günler bizim günlerimiz olmalı. Saçlara düşünce aklar ya da gidince aklar, çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehirden.
Kavgasız, her sabah gürültüyle uyanılmayan, sessiz bir yere gitmeliyiz. Geceleri balkonda denizi seyredip, sandalyelerimizde sallanmalıyız. Eve gelip, benden kahve istemelisin. Çocuklar gelmeli ziyaretimize, geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız...
Öyle sevmelisin ki beni, bu yazdıklarım korkutmamalı seni. Tebessümler açtırmalı yüzünde. Bir gün bu hayatı bırakıp giderken, sadece mutluluk olmalı yüzümüzde, birbirimizi sevmenin gururu olmalı "her şeyde".

Bir kaç tane kıssadan hisse..

Bir gün bir tanıdığı büyük filozof Sokrates’e rastladı ve dedi ki “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?” “Bir dakika bekle” diye cevap verdi Sokrates. Bana bir şey söylemeden önce seni küçük bir test ten geçmeni istiyorum. Buna “Üçlü filtre testi” deniyor. Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce bir süre durup söyleyeceklerini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir.
Birinci filtre ‘Gerçek Filtresi’. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçeği yansıttığından emin misin?”
“Hayır,” dedi bir süre duraklayan adam… “Aslında bunu sadece duydum ve…”
“Tamam,” dedi Sokrates. “Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun.
Şimdi ikinci filtreyi deneyelim; ‘İyilik Filtresi’. Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?”
“Hayır, tam tersi…”
“Öyleyse,” diye devam etti Sokrates. “Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. ‘İşe Yararlılık Filtresi’. Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?”
“Hayır, gerçekten pek işine yaramayabilir…”
“İyi,” dedi Sokrates derin bir nefesin ardından. “Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar, faydalı bir şey de değilse bana niye söyleyesin ki?”

***************************************************************************
Uzak ülkelerin birinde şahinlere düşkün bir kral yaşarmış. Bir gün krala hediye iki yavru şahin getirmişler. Kral, onların sağlıklı büyüyüp uçmalarını sağlamak için, elinden geleni yapmış. Büyüdükleri zaman sabırsızlıkla beklediği an gelmiş ama gelin görün ki, bir şahin, bahçenin semalarında uçarken öbür şahin, dalından hareket bile etmiyormuş. Kral bunu görmekten hasta olmuş, ülkenin tüm doktorlarına haber salmış. Ama şahin bir türlü uçmuyormuş. Bunun üzerine kral vezirine derhal emir verip, tebaasına bir ferman yollatmış. Şahinini kim uçurursa, onu hemen ödüllendirecekmiş. Bunu duyan herkes akın akın saraya gelmiş ama şahinde bir hareket yokmuş. Bir gün, zavallı bir çoban saraya gelmiş ve şahinin yanına gitmiş. Aradan henüz saniyeler geçmesine rağmen kral, bahçenin semalarında şahinin uçtuğunu görmüş. Sevincinden ne yapacağını şaşırmış ve hemen çobanı yanına çağırmış ve ödülünü verip bu işin sırrını sormuş. Utangaç çobanın yüzü kızarıp, şöyle demiş:

-Kralım sadece üstüne tünediği dalı kestim, o zaman şahin uçmayı bildiğinin farkına vardı. ”

23 Nisan 2013 Salı

Minicik Bir Hikayecik..

Yüzyıllar önce Fransa'da bir burjuva yaşarmış. Bu burjuvamızın sahip olmak istediği en önemli şey soyadını devam ettirebilecek bir oğlan çocuğu sahibi olmakmış. Sonunda kendisi gibi burjuva bir ailenin en küçük kızıyla evlenmeye karar vermiş. Bu evlilikten beş sene içinde üç çocuğu olmuş fakat ne yazık ki, üçü de kız olduğundan burjuva bu evliliğinden hiç mutlu değilmiş. Beş senenin sonunda bu mutsuz evliliği sonlandırma ve kızlarının bakımını da annesine bırakıp hayatına devam etme kararı almış.

Yıllar yılları kovalamış. Burjuvanın yaptığı evliliklerinden maalesef hiç bir zaman oğlu olmamış. Artık yaşlanmak üzere olan burjuvanın kendine eş bulma ve oğul sahibi olma hayalleri hala devam ediyormuş. Sonra şansını bir kere de alt sınıftan biriyle denemeye karar vermiş. Ve işçi sınıfından mütevazı birinin küçük kızıyla evlenmiş. Bu evliliğinden sonunda sahip olmak istediği oğlu dünyaya gelmiş ve ayrıca iki kızı daha olmuş. Karısı lükse o kadar çabuk alışmış ki, sürekli ipek elbiseler, altınlar, ipek halılar, varaklı eşyalar almış. Fakat ne yazık ki her güzel şey en sonunda biter demişler. İşte bu güzel yaşantı da maalesef burjuvanın hayata gözlerini kapatmasıyla gri bir zamana girmiş..

Şimdiye kadar sadece almaya almaya almaya almaya alışık olan karısı, burjuva öldükten sonra ne yapacağını şaşırmış. Sahip olduğu servetin sadece kendi ellerinde olması gözlerini kamaştırmış. Çocuklarının geleceğini düşünmeden harcamalarına devam etmeye karar vermiş. Artık onun harcamalarının hesabını soracak kimse de olmadığından fütursuzca ipekler ve altınlar almaya devam etmiş.

Ve bir gün gelmiş, yanında kimsenin kalmadığını farketmiş. Para hırsı o kadar çok gözünü bürümüş ki, çevresindeki herkesi, kendi evlatlarını bile umursamamış. Sahip olduğu her şeyi neredeyse kaybetmek üzereymiş. İşte bu durumdan kurtulmak için çocuklarını asillerle evlendirmeye karar vermiş. Kızlarını ülkenin en zengin fakat bir o kadar cimri ve kötü burjuvalarıyla evlendirmiş. Cimri damatları, ne ona ne de kızlarına paralarından vermemişler. Planı istediği gibi istemeyince zorla evlendirdiği kızlarının, bu sefer de zorla ayrılmalarını sağlamış. Bir gün oğlu aşık olduğu kızla gelmiş. Fakat oğlunu ülkenin en en en zengin kızıyla evlendirmek istediğinden ikisini ayırmaya ve tüm çocuklarının turşusunu kurmaya karar vermiş. Sonunda bütün bu olanlara dayanamayan oğlu günün birinde isyan etmiş ve geriye kalanlardan alabileceklerini alıp kendi hayatını kurmak üzere yola koyulmuş. Aşık olduğu kızla birlikte çıktığı bu yolda her şeye en baştan başlamış. Ve kendi hayatlarını birlikte en başından tekrar inşa etmişler ve o kadar mutlu olmuşlar ki tüm dünya yüzyıllar sonra bile onların aşklarından, mutluluklarından bahsetmiş...

    

21 Nisan 2013 Pazar

Kadın ve Erkek..

Bir gün deniz kenarından geçiyorlardı,
Kadın dedi ki, "deniz kenarını çok severim,
İnsana huzur verir." Erkekse "ben deniz kenarlarından hoşlanmam,
barlara, kulüplere gitmeyi, kalabalık ortamlara akmayı severim"
diyerek kestirip attı.
Başka bir gün ise yolları bir orman kenarından geçiyordu.
Kadın "ne güzeldir şimdi dalından meyve koparıp yemek,
tam mevsimidir" dedi.
Erkekse "şimdi her yanımız börtü böcek olur.
Boşver ben sana en pahalı restorandan istediğini alırım" diye geçiştirdi kadını.
Kadın "ama asla ellerinle toplamanın verdiği zevki vermez" diyecek oldu,
ama erkeğin bunu anlamayacağını bildiğinden sustu..
Kadına göre her zaman deniz kenarı huzur ve mutluluktu
Erkeğe göre ise sıkıcılıktan başka bir şey değildi.
Kadın saatlerde sadece elele tutuşarak oturmanın verdiği mutluluğu isterdi
Erkekse elele tutuşma faslı ne zaman bitecek bir sonraki safhaya atlayalım
diye her şeyi aceleye getirirdi.
Erkeğin o bitmek bilmez hız tutkusu arasında
kadın küçük mutluluklar yakalamaya çalışmaktaydı.
Sonra bir gün kadın dedi ki erkeğe, "seni sana bırakıyorum,
ister kulüplere git, ister kalabalığa karış, yeter ki bana huzurumu geri ver.
Bırak beni denizlere, toprağa, bitkilere karışayım.
bırak beni huzur neredeyse orada kalayım.
"İşte o an, erkek huzurun aslında sevdiği kadının yanı olduğu anladı.
Ama kadını geri kazanmak için artık çok mu geçti??

Uyuyamıyor musunuz???

Siz de herkes gibi sabahları uyanmak, geceleri uyumak bilmiyorsanız bu yazım tam size göre..

Gerek kendim, gerek arkadaşlarım, gerek sosyal medyada yazılanlar olsun, herkes sabahları erken kalkmaktan ve geceleri geç yatmaktan şikayet ediyor. Bende bunları göz önüne alarak acaba dedim insanoğlu olarak zamanı yanlış mı kullanıyoruz? Belki de gündüzleri uyuyup geceleri uyanık olmamız lazımdır, olamaz mı yani? Böylece gündüz uyanamamak, gece uyuyamamak sorunumuz da ortadan kalkar..

İşte bu tezim doğru olabilir mi, belki geçmişten kalma bir uyku düzeni alışkanlığımız vardır diye bir araştırma yapayım dedim. Ve bakın ne buldum.. Burada, gün batarken: geçmiş zamanlı gece adlı bir kitaptan bahsedilmekte. Bu kitapta; 1500'lü yıllarda insanların gün batımından hemen sonra uyduğu sonra uyanıp 1-2 saat uyanık kaldıkları (bu saatlerde normal zaman geçirdikleri ve hatta misafirliğe bile gittikleri) daha sonra tekrar uyudukları anlatılıyor.

Demek ki neymiş, bütün bu uyku sorunlarımız gerçekten de geçmişten kalma uyku alışkanlıklarımızdan kaynaklı olabilirmiş. Tabii  benim bahsettiğim çok abartı kaçıyor ama artık en azından gece uyuyamıyorum diye dert yanmadan önce aklımıza atalarımız gelsin. Uyku düzeni de onlardan kalan bir miras sonuçta..


15 Nisan 2013 Pazartesi

OFİSTE MİYİZ EVDE Mİ BELLİ DEĞİL..

Çalıştığımız yeri hepimiz evimiz gibi benimseriz ya da en azından benimsemeye çalışırız. Sonuçta neredeyse bütün hayatımızı ofisimizde geçiriyoruz. Fakat bazen küçük bir ayrıntıyı gözden kaçırabiliriz. her ne kadar evde gibi hissetsek bile evdeymiş gibi davranamayız. İşte bu günkü yazım şirkette olduğunu unutup evde gibi davrananlara gelecek biraz ama ne yapalım belki biraz kendilerine çek düzen verirler onlar da..

Mesela kimisi vardır, sanki evde annesiyle babasıyla konuşur gibi konuşur. Böyle bir kahkaha atmak, böyle bir yüksek sesle konuşma yoktur. (Kulaklık tak tak bir yere kadar yani, yok o sesten kaçılmaz) Bir de kimisi vardır açar müziğin sesini sonuna kadar, sözüm ona kulaklıkla müzik dinliyor. (Arkadaşlar bu cızırtılı müzik nereden geliyor?!) Ayrıca kimisi de vardır o kadar mükemmeldir ki, kendini öve öve bitiremez. "Ben şunu yaparım, ben şöyle derim, ben asla hata yapmam, ben şöyle bir numarayım, ben böyle bir numarayım, bla bla bla.." (Ey mütevazılıkta son nokta insan, iki nefes al da, bizim de beynimiz dinlensin) Ha bir de telefonunu masada bırakıp gidenleri unutmamak gerekir. O telefon bir çalar, üç çalar, beş çalar susmaz. (Ya sesi nereden kısılıyor bunun arkadaşlar?!) Az kalsın unutuyordum. Bir de cam kavgası vardır ofislerde dimi? Biri açar camı "arkadaşlar azıcık hava alsın içerisi" der, 5 dk geçer ya da geçmez bir başkası gelir "aman çok soğuk burası" der ve camı kapatır. (Bunun çeşitli türevler vardır: pencere, klima, kalorifer gibi uzar gider) Gelelim en en en kötüsüne, tuvaletler. (Ayrıntı yazıp kimsenin midesini bulandırmak istemiyorum ama eminim herkesin bu konuyla ilgili iğrenç bir ofis tuvaleti anısı vardır)

Neyse sevgili dostlar yazımı burada tamamlarken beğendiğim bir linki de sizlerle paylaşayım da, ben beceremem böyle işleri, faydalanabilen varsa faydalansın. Ofiste insanları kullanma sanatı

9 Nisan 2013 Salı

ESKİ BİR ŞARKIDAN ESİNLENDİM..

Güneşin alevden saçları,
Hani senin sarı saçların.
Güneş karşı ki tepeden doğarken,
Sen gelirsin karşı ki yokuştan.
Bir güneşi sevdim,
Sırf seni bana gösteriyor diye.
Ay çıkar, ahh o mehtaplı geceler
Ve tabi yıldızlar..
Sen gelirsin evine.
Bana bakmazsın, beni görmezsin.
Ve ben seni görmem
Güneşin tekrar
doğuşuna kadar..

BİRİCİK DOSTUMDAN BİR HİKAYE.. :)

Uzaylıların gözleri yeşildir. Renee Torillo'nun ki mavi. Yani Renee uzaylı değil. Fakat onun köpek dişleri sivri. Yani Renee bir vampir. Angel ise bir zamanlar kötü bir vampirmiş. Şimdi ruhu değiştirildiği için iyi vampir olmuş. Bu yüzden Renee Angel'i seviyormuş. Ta ki Renee Paul'u görene dek.. Fakat Paul bir uzaylı olduğu için Renee Angel'a dönmek zorunda kalmış. Ama aslında Renee hala Paul'u seviyormuş. Bu yüzden Renee Angel'i tekrar terketmiş. Ve Paul'e gitmiş, her şeyi anlatmış. Paul kötü bir uzaylıymış. Renee üzerinde deneyler yapmak istiyormuş. Yani Renee'nin burun deliklerinden beynini çıkaracakmış, kalbini ızgara yapacakmış. Renee buna izin vermemiş Paul'u ısırarak vampir yapmış. Paul'de onu ısırmış, Renee yine Paul'u ısırmış ve birbirlerini yiyip bitirmişler. Angel'da Pamela Anderson'la evlenmiş..

Not: Bir tanecik dostumun (her ne kadar adını vermemi istemese de o kendini bilir) lise yıllarında yazdığı ve gülmekten kırıldığımız muhteşem hikayesi..  :):):)

FİKRİM GELDİ..

Geçenlerde sinemaya gittim. Gittim gitmesine ama sinemaya gitmeyi sevdiğim halde bu kadar çok gürültülü olması beni gerçekten rahatsız ediyor. Hele o bitmek bilmeyen reklamlar sırasında bangır bangır bağırmasa olmaz sanki. İşte benim de tam böyle bir anda aklıma süper sayılabilecek bir fikir geldi: Kulaklık. Evet, doğru okudunuz. Sinemalara girdiğimizde herkese kulaklık dağıtsalar da, herkes istediği kadar açsa sesini, olmaz mı?

Bugünkü fikrim şimdilik bu kadar. Bakalım daha nasıl fikirlerim gelecek??

4 Nisan 2013 Perşembe

KARİYER HEDEFLERİ BELLİ OLAN İNSANLAR (!)

Geçenlerde (nerede duymuştum, okumuştum hatırlamıyorum) kurumsal bir firmanın genel toplantısında geçen küçük bir olayı anlatmak istiyorum. Toplantının amacı, şirkette kariyer yapma imkanı olmadığını düşünen çalışanların sorunlarına çözüm bulmaktı.

Neyse, size toplantıyı falan anlatıp canınızı sıkmak gibi bir niyetim yok. Sadece toplantı sırasında üst düzey yöneticilerden birinin soruna çözüm olarak verdiği bir cevabı paylaşacağım. "Yurt dışında birçok insan bir pozisyondan başlıyor ve aynı pozisyondan emekli oluyor." Bu muhteşem kelamı eden yönetici birçok kurumsal firmanın tercih ettiği gibi, yabancı yönetici. Yalnız sayın yöneticinin kaçırdığı bir nokta var, burası Türkiye ve toplantı yapılan kişilerse beyaz yakalı. Türkiye'de hala enflasyon oranları oturmamışken, zengin ve fakir arasındaki uçurum bu kadar yüksekken, bir kişinin yaklaşık 25 sene boyunca aynı pozisyonda her sene 2 kuruş zamla hayatını idame ettirmesi çok zor. Ayrıca beyaz yakalılar kariyer hedefleri olan insanlardır, onların karşısına geçip sizi uzman yardımcısı olarak işe aldık hep öyle kalacaksınız, sizi terfi ettirmeyi düşünmüyoruz diyemezsiniz.

Bir de her ne kadar konuyla alakadar olmasa da buna değinmeden geçemeyeceğim. Firmaların bu yabancı hayranlığı nedir anlamış değilim. Kendi ülkende o kadar, üniversite mezunu, hatta yüksek lisans veya doktora yapmış iş arayan gençler var. Onları görmezden gelip yurt dışından birini işe almak, hem de yönetici pozisyonunda işe almak bana çok yanlış geliyor. Tabi ki farklı ülkelere, kültürlere saygım sonsuz. Fakat ortada çok büyük cirolar dönerken, pastadan en büyük dilimi yabancıların alması çok ağrıma gidiyor. Bir gün bu yabancı hayranlığı acınası bir son getirmese bari..

1 Nisan 2013 Pazartesi

Deprem Geliyormuş..


Geçenlerde bir haber okudum; "deprem geliyor yüz binlerce insan ölecek diye.. Neymiş efendim haberin özeti; Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, "Deprem geliyor, İstanbul'da yüz binlerce insan ölecek. Bunu açık yüreklilikle söylememiz gerekiyor" demiş.

Sayın Belediye Başkanımız ne iyi etmişte bizi bilgilendirmiş deprem konusunda. Tabi çünkü bizim hiç haberimiz yok deprem ülkesi olduğumuzdan, her an büyük bir deprem beklendiğinden. 99 depreminden beri Türkiye'nin alt yapı problemleri olduğunu, binaların çürük olduğunu, depremde çok büyük zararlar görüleceğini hepimiz öğrendik. Peki sayın devlet büyüklerimiz konuşmaktan başka ne yaptılar depremle ilgili. Pek bir şey yapmamışlar ki, 14 seneden sonra bile depremde şu kadar insan ölecek diyorlar.

Deprem geliyormuş, yüz binlerce insan ölecekmiş. İlla hatırlatmak mı gerekli, DEPREM ÖLDÜRMEZ, BİNA ÖLDÜRÜR..

Can Yücel ne kadar doğru demiş..


"Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim,
ya da asla birini severken karşılığını beklemedim...
Dostluğuma değer biçmedim , sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim...
Sevdiysem sonuna kadar gittim,bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim...
Bazen çok kırıldım , bazen belki de kırdım...
Ama hata insana mahsustur dedim..
Affettim , af diledim..
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim..
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.
Belki de içten içe sinsice güldüler...
Ama asıl unuttukları şuydu... Ben aldanmadım...
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar...
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için...
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için..
Oysa ben hiç insan kaybetmedim...
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar.."

~Can Yücel~

31 Mart 2013 Pazar

IQ DÜŞÜREN HAP

Geçenlerde haberleri okurken "iq düşüren hap" diye bir habere rastladım. Habere göre, MinusIQ adı verilen bu "sahte" haplar kişinin IQ'sunu 10,30 veya 50 puan düşüren versiyonları mevcutmuş. Aslında böyle bir hap yokmuş, bu sadece sahte bir reklammış ve reklama göre düşük IQ ile hayat daha kolay olurmuş. Daha önce de sahte reklamlar hazırlayan Sleepthinker tarafından yayınlanan reklama buradan, habere ise buradan ulaşabilirsiniz.

Öncelikle komplo teorilerini çok seven hatta bazılarına inanan biri olduğumu belirteyim. Hatta birçok haber için anında kafamdan bir komplo teorisi uydurabilirim. Şimdi gelelim bu haber için benim teorime.. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz ve her yalanda bir gerçeklik payı vardır sözlerine dayanarak diyorum ki bence bu ilaç gerçekten üretildi. Hatta şuan test aşamasında. Peki kimler üzerinde test ediliyordur acaba?Kimler üzerinde olacak, tabi ki de gelişmemiş ülkelerde, hatta daha da kötüsü Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler üzerinde yapılıyordur bu testler. Yediklerimize, içtiklerimize hatta belki soluduğumuz havaya katılarak yavaş yavaş IQ'muzu düşürüyorlardır. En kötüsü ise yetişmekte olan nesil direk olarak etkileniyor olabilir.

İlerleyen yıllarda teorim doğru mu değil mi öğreneceğiz.. Umarım doğru değildir diyerek yazımı tamamlıyorum..

27 Mart 2013 Çarşamba

İÇİMİZDEKİ ÇOCUK..

Gittin mi diye sordu kız sessizce içindeki büyümeyen çocuğa.. Cevap alamamıştı, demek gerçekten gitmişti bu sefer. Artık ona hiç bir şeyi kafaya takmamasını, sürekli gülümsemesini söyleyen, hayatını neşeli kılmasını hatırlatan çocuğu kaybetmişti. Ve birden içini derin bir burukluk kapladı. Tekrar gülümsemek istedi, beceremedi. Hayattan bezmiş yetişkinler gibi olmak istemiyordu. Dışarı çıktı ve kalabalığa karıştı. Herkes ne kadar griydi. Onlar gibi olmak istemiyordu. Karşısına gelen ilk bakkala girip çocukken en sevdiği o renkli şekerlerden aldı ve bir çocuk parkına varana kadar durmaksızın yürüdü. Sonra çocukların oyunları seyretti, onlarla şekerlerini paylaştı ve onlarla oyunlar oynadı. Tekrar içindeki küçük çocuğun geri geldiğini hissediyordu. Derken O'nu gördü. Günlerdir konuşmaya cesaret edemediği O'nu. Ve yanına gitmeye karar verdi, ona olan hayranlığından, gözlerinin insanın içini nasıl ısıttığından bahsedecekti. Yanına varınca tüm düşünceleri aklından uçup gitmişti. Ve koluna dokunup ”ebe” dedi.. 12.12.12

SONRA NE OLDU?

Aslında kız yorulmuştu herkese farklı farklı maske takmaktan. Ama takmasa ne yapacaktı ki, kendi bile hangisinin gerçek yüzü olduğunu bilemezken.. Son zamanlarda artmıştı dalıp dalıp gitmeleri, hiç bir şey düşünmeden boş gözlerle dalması.. Mutluluk neydi hüzün neydi bilemiyordu.. Zaten kim biliyordu ki gerçekleri..
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
Sonra kız sessizliğin gücünü keşfetti ve bir daha tek bir kelime bile konuşmadı. Ta ki O gelene kadar. O, o kadar etkileyiciydi ki.. Kız çoğu zaman kendini O'nun simsiyah gözlerinin içine bakıp göz bebeklerini ararken buluyordu. Ve sonra bir gün kız konuştu. O'na seni seviyorum demişti. O da bende seni dediğinde birbirlerine sımsıkı sarılmışlardı. Kızın içini bir huzur kaplamıştı, sanki sonsuzluğa gidiyordu. O, ölümdü aslında ve kızı sımsıkı sarmış sonsuzluğa götürüyordu..
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
Sonra ne mi oldu? Ne olacak, tabi ki de kız hayattan istediklerini aldı, hayat ondan bir şey alamadan hemde. :)

23 Mart 2013 Cumartesi

NASIL YANİ?


Şimdi size süper bir haberim var. İkiden fazla elimiz var :) Nasıl mı? Hemen anlatıyorum. Ellerimiz doluyken herhangi bir şeyi nasıl tutarız ya da bir yeri nasıl açarız? Ellerimiz doluyken ağzımızla tutabilir, omuz veya ayağımızla kapıyı açabilir, dirseğimiz yada burnumuzla zili çalabiliriz. Hatta yeren düşen bir şeyi ayağımızla bile alabiliriz. O yüzden ne yapıyoruz, sadece iki elimiz var diye şikayet etmiyoruz..

Gelelim bir başka olaya... Bankadasınız ve herhangi bir işlem yaptırdınız, işlemin sonunda bankacı size imzalamanız için bir makbuz uzatıyor. Siz ise nereyi imzalamanız gerektiğini söylediği anı kaçırdınız. Rank!! Şimdi nolacak, "nereye imza atacağım, adımı da yazmam gerekiyor mu?" gibi yüzlerce soru bir anda kafanızı allak bullak eder. En sonunda cesaretinizi toplayıp bankacıya o soruyu sorarsınız; "buraya mı imza atacaktım?"  Bankacı "daha önce göstermiştim ya" edasıyla size tekrar gösterir ve her şey yoluna girer. Peki ya sizin o anda ki stresiniz ileride büyük bir soruna yol açarsa.. Ya artık bir banka fobiniz varsa...

 24.04.2004 tarihinde yazdığım bir yazı :)

TOHUM, GÜNEŞ VE YAĞMUR..



Önce bir tohum düştü toprağa,
Korkuyordu toprağın altından çıkmaya.
Ama yağmurun sözleriyle küçük bir filiz vermişti
Ve o anda gördü güneşi, aşık oldu hemen.
Toprağın altından daha da çok çıktı, büyüdü.
Güneşin onu fark etmesi için giderek gelişiyordu.
Ama güneş başka çiçek ve ağaçlardan onu göremiyordu.
Artık fidan olmuş, minik çiçekler vermişti güneşe.
Sonra düşündü güneşin onu fark etmesi için daha büyümeliydi,
Yanındaki ağaçlardan daha uzun olmalıydı.
Büyüdü büyüdü ve kocaman bir ağaç oldu.
Ama güneş onun aşkını hala fark etmemişti.
Yağmur ise bu minik fidanın büyümesi için her şeyi yapmıştı.
Ama küçük fidan da güneş için büyürken,
Yağmurun kendisine duyduğu aşkı fark etmemişti.
Yağmur anlamıştı fark edilmediğini ve
Bir daha hiç yağmadı bitkinin bulunduğu bölgeye.
Ağaç güneşin yakıcı aşkıyla kavrulmaya başlamıştı,
Yavaş yavaş soluyordu, kuruyordu dalları.
Ama güneş hala görmemişti onu.
Yağmur ise aşkının kurumasını seyrediyordu
Ve daha fazla dayanamadı onun yaşaması için
Tekrar yağmaya başladı, kavuştu sevdiğine.
Tekrar eski haline geliyordu yağmurun sevgilisi ağaç.
Ağaç anlamıştı, yağmurun onu sevdiğini ve
Güneşin asıl sevgilisini dünya olduğunu, kainat olduğunu..

10.12.2002 yılında yazdığım bir şiir :)

21 Mart 2013 Perşembe

İNSANSAL MUCİZELER

Başlamadan önce insan olmanın avantajlarını bir kere daha düşünmenizi isterim. Belki farkında değiliz ama sahip olduğumuz herşey mucize, hatta bu mucizelere insanların ortaya çıkarttıkları işleri de koyabiliriz.

Örnek vermek gerekirse, gözümüzle başlayalım. Farkında değiliz belki ama, gözümüzle geçmiş ve geleceği görürüz. Hem de her zaman. Aslında basit bir olaydır, belki de hergün birkaç defa geçmişi ve geleceği görürüz ama farketmeyiz. Eminim şimdi nasıl oluyor diye düşünüyorsunuzdur. Olay çok basit ve saniyelik bir şey aslında. Mesela gemiyle bir yere gidiyorsunuz. Gemilerde koltuklardan bazıları geminin gidiş yönüne doğru, bazıları da tersine doğru yerleştirilmiştir. Geminin gidiş yönüne doğru olan koltuğa oturanlar, geminin gittiği yeri, ilerisini yani geleceği görürler. Tersi yöne oturanlar ise geçtiği yeri, arkada kalanı yani geçmişi görürler. Güzel bir nüans, hatta düşününce mucizevi geliyor. Garip değil mi sizce de? Zaman ilerlerken siz geçmiş olduğunuz bir yere bakıyorsunuz. Belki o sizin için şimdiki zaman ama karşınızda oturan kişi için geçmiş gitmiş. Birinin geçmiş sandığı, bir diğerinin yaşamakta olduğu veya yaşayacağı an olabiliyor. Hiç düşündünüz mü hayatı bu şekilde? Belki küçük ayrıntılar; büyük mutluluklar, mucizelerdir. Olamaz mı?

Bir başka mucize ise düşünmek. Doğru, doğada tek canlı bizleriz. Ne kadar güzel, kutsal, mucizevi. Mesela beynimizin kapasitesi ne kadar geniş. Bir düşünün hafizanızdaki isimleri, telefon numaralarını, belki bir yerde gördüklerinizden, duyduklarınız ya da okuduklarınızdan  aklınızda kalanları.. Beyniniz ne kadar çok şeyle dolu öyle değil mi? Milyonlarca hatta milyarlarca şeyle dolu. Bu sizce de mucizevi değil mi? Aslında son zamanlarda o kadar çok hafıza düşmanı teknolojik alet çıktı ki. Ama bunlar da insanların ortaya çıkardıkları hayatı kolaylaştıran mucizelerdir. Ve tabi ki de mucize beyinlerden mucizeler çıkar.

Aslında insansal mucizelere örnekler saymakla bitmez. Belki de farkında olmadan sahip olduğumuz o kadar çok mucize var ki.. Tek yapmamız gereken kendimize biraz daha zaman ayırıp, günlük yaptığımız işlere farklı bir bakış açısından bakarak nüansları görüp, mucizeler farketmek..

28.10.2001 tarihinde yazdığım bir yazı :)

BAŞLARKEN..

Şu an bu yazıyı okuyan herkese merhaba,

Nereden esti aklıma bilmiyorum ama benim de bir blogum olsun istedim. İlginç olayları, haberleri, resimleri paylaşayım, eleştirmek  istediğim konulardan bahsedeyim, kenarından köşesinden dişe dokunur herşeyi yazayım dedim. Ve burası benim sayfam olsun, beni yansıtan bir yer olsun istedim. Sonra da dedim ki, her kitabın bir başlangıç yazısı vardır (sizi bilmem ama benim genelde okumadan geçtiğim yerdir orası) ben de önce bir başlangıcımı yapayım.

Lisedeyken, o kadar çok yazardım ki; hemen hergün yazacak bir konu, ilgimi çeken bir nüans bulurdum. Sonra ne oldu bilmiyorum, iş hayatı farkındalığımı gittikçe azalttı ve nüans bulamamaya başladım. Belki de bu blogu açma sebebim içten içe lise yıllarıma geri dönmek ya da farkındalığımı geri kazanma isteğimdendir.

Başlarkenimin sonuna gelirken ilk paylaşacaklarımın lise yıllarımdan kalan karalamalarım olacağını belirteyim.

Nüansları kaçırmamanız dileğiyle..